KASABADAKİ CİNAYET BEN VE AŞKIM
KASABADAKİ CİNAYET BEN VE AŞKIM
_Bir tasın içindeki kuru fasulye taneleri gibi, kasabadaki herkes birbirini iyi tanırdı.
_Bakkaldan büyük, marketten küçük, kerpiç duvarlı, kiremit çatılı; bir bahçenin kenarında iliştirilmiş gibi duran bu binayı, alışverişe geldiğim; sürekli gülen, şirin bir kız çocuğu olduğum zamanlardaki anılarımdandır belki de, hep sevimli bulmuşumdur. Aslında benim sevimli bulduğum yer, bu binadan da daha çok, arka bahçesiydi. Hayatımın en mutlu anlarının bir parçasını ben orada yaşadım. 19 yaşımdayken, üniversite tatil dönüşlerimde buluştuğum sevgilimle. Hikâyemde anlatacağım bu cinayete, sevgilimle buluştuğumuz, öyle güzel aşk dolu gecelerimden birinde şahit oldum.
_Bakkal Necip Bey, 47 yaşlarında, ilköğretimden öğretmen emeklisi biridir. Gençliğinde yaşadığı, tutku ve ihtiraslarının sürüklediği ideallerinden yorgun düşmüş, aradığı evliliği de bir türlü yakalayamamış, artık hayata dair hiç bir amacı yokmuş gibi durduğu izlenimi veren kişilik yapısında, orta boylu, bazen sevimli ve bazense mütemadiyen olduğunu sandığım sert bakışlı biriydi. Sanırım Bakkal Necip Bey’in bu kızgın hali, biraz da, nisan ayı başlarında, geçen ay, bir yıllık evli olduğu karısının kendisini aldatırken, komşusu kurnaz bir yaşlı kadın tarafından yakalanmasından da kaynaklanıyor olabilirdi. Yaşlı kadın, herkesin az-çok birbirinin akrabası olduğu kasabada, komşu köylü, şeytanca ihtirasları olan bu kadının, yanındaki erkeği tanımış, bunu yalnızca, torunlarına çok emeği geçtiğini bildiği Bakkal Necip Bey’e birçok öğütlerle birlikte, akıllı hareket edeceğine dair söz aldıktan sonra söylemişti. Bu yüzden Bakkal Necip Bey, bu başına gelen durumu kimse bilsin istememiş, bu sebeple de ayrıldığı eşinin ailesi tarafından‘‘kızımıza iftira attın ’’ şeklinde suçlanıyordu.
_Bir 6 Mayıs Cumartesi sabahı indiğim, kasabamızın 15 km yakınındaki bu şehirden, bir dolmuş taksiye binmiş, taksi şoförüyle, yolda hızlı gitmemesi için kısa bir tartışmadan sonra, kasabamızın hemen dışında inmiştim. Kasabamızı tam ortadan ikiye bölerek, içine derinlemesine inen yoldan, 19 yaşımdaki hayat dolu, pır-pır halimle uçarcasına yürüyordum. Bakkal Necip Bey’in dükkânının önünden geçtikten hemen sonra sağa, sağlı-sollu, ipil-ipil yapraklı kavak ağaçlarının sıralandığı 50 metre ilerdeki evimizin sokağına döndüm. Daha sokağımıza girdiğim ilk adımlarımda, çocukken, okul çıkışlarında, komşu bahçelerin birinde, arkadaşlarımla oyun oynamaktan yorulmuş, bitkin halde, aç-susuz, koşa-koşa evimize gittiğim anılarımın sımsıcak yoğun sarılmaları karşılamıştı beni. Annemin lezzetli yemeklerini çok özlemiştim sanırım. Annemin yemeklerinin güzelliği konusunda hiç kimse tartışamazdı doğrusu benimle.
_Öğleden sonra, hoş geldiğe gelen komşu kız arkadaşlarımla biraz dedikodu yaptık. Aslında en uç noktalara kadar giden konuşmalarımızda kikirdeşmelerimiz, gülüşmelerimiz, hatta kahkahalarımıza karışan çığlıklarımız, ara sıra yanımıza gelen annemi bile yüksek sesle güldürmüştü. İçlerinden en çok sevdiğim arkadaşım Nalân’ın kulağına eğilip, Feridun’un, gelip gelmediğini sordum. İçim kıpır kıpırdı ona karşı. Nalân, abisinin babasıyla birlikte, evlerinin önündeki portakal ağaçlarının havuzlarını düzelttiğini söylediğinde, içimin daha da heyecanla dolduğunu, yüzüme yürüyen kanla birlikte, tüm vücudumun ateş bastığını, biraz utanarak saklamak istedim.
--Saat gecenin 11’ine geliyordu. Aynı odada kaldığımız erkek kardeşim ve diğer odadaki annemle babam uykuya dalalı epey bir süre olmuştu. Alt katı malzeme ve ürün depomuz olan evimizin üst katından, merdivenleri, usulca bir kedi nezaketinde indim. O anki yaşadığım duygularım, muziplik yapmış bir çocuğunkine benzer, sevinç, mutluluk ve hinlik karışımı kıpır-kıpırdı.Hala bu günkü gibi taptaze durur içimde.
_Küçük yaşlarımızdan beri buluştuğumuz sevgilimle, aşkımızın mabedi işte burasıydı. Etrafı sık nar ağaçlarıyla çevrili olan bahçenin tellerini dikkatlice geçtim. Portakal, hurma, erik ve incir ağaçları arasından biraz eğilerek, üstü çinko çatı ile örtülü, etrafı açık, içi dolu saman çuvallarının korunduğu, aşkımızın mabedine gelmiştim işte. Feridun, çiçeğe durmuş portakal ağacının altına oturmuş, beni bekliyordu. Az ilerdeki nar ağaçlarının, ayın gümüş akıtmalı beyaz ışığı altındaki pembe çiçekleri de, sanki özlem-özlem bize bakıyordu. Ayakkabılarımın altında, üstüne bastıkça, hafif nemli hışırtılar çıkaran yaprakların sesinde, sevgilim yavaşça doğrulup bana doğru hamle yaptı. İşte tam o anda, özlemlerimin yemyeşil düşsel vadilerinde, kanat çırpan bir kırlangıç oluvermiştim. Aşkıma sarıldığım anda da çözülüvermiş, kanat çırpamaz olmuş, işte tam oracıkta kollarında yığılıp kalıvermiştim. Özlem, aşk, hasret dolu, hatta bazen de zevk dolu gözyaşlarım, hiç durmayacakmış gibi sessiz-sessiz akıyor, yanaklarıma, çeneme, boğazımın altına, ta göğüslerime kadar damla-damla iniyordu. İç geçirirken hıçkırıklarımda, dudağımın kenarından akan gözyaşlarımın tuzlu tadını, şimdi bile hissedebiliyorum.
_Feridun, yine o bitmek tükenmek bilmeyen, dinine kadar hasret dolu öpücüklerini (bunu kendisi böyle tanımlıyor) benden esirgemiyor, yüzüme, burnuma, gözlerime, dudaklarıma yağdırdıkça yağdırıyordu. Bir saat kadar bir sürenin bir dakika kadar çabucak geçtiği bir zamandı o an. Beni yine, özleminde hissettiğim yalnızlıklarımın psikolojisinden çekip almış, yanaklarıma yine gülücükler konduruvermişti Feridun. Dükkânının önündeki Bakkal Necip Bey’in arkadaşı Gâvur Şapkalı Hacı ile mum ışığındaki sohbeti, yanı başımıza açılan bakkalın arka penceresinden, gecenin sessizliğinde, bize kadar geliyordu. Arada bir düşen bir yaprağın hışırtısı, esen serinliğin etkisindeki, sürtüşen narin erik çilpintilerinin sesi, çok uzaklardan gelen yumuşak nağmeli ince bir keman ezgisi gibiydi. Toprağın ve portakal çiçeklerinin agzotik kokuları, bize en uygun oranda karışmış şekliyle geliyordu sanki. Kısık sesle konuşmalarımızın arasına, gülüşmelerimiz karışıyor, sesimiz duyulmasın diye, ağızlarımızı ağızlarımızla kapatıyorduk. Dudaklarımla mühürlüyordum aşkımın dudaklarını. Onun, nergisliğim dediği göğüslerimin üzerinde, bitimsiz sevişmelerimizin sonunda yığılıp kalmasını çok özlemiştim.
_Yavaşça kollarımı boynuna doladım ve onu, zemine serili boş çuvalların üzerinde uzandığım yere doğru, kendime iyice çektim. Yüzüme yanaklarıma
kadar tüm gövdemi saran, dayanılmaz arzularımın ateşinde, ona sadece bozuk bir ses tonuyla, ‘‘hadi artık’’ diye seslenebilmiştim. O anda kendimi, bazen bir deniz kıyısında, bazen bir dağın tepesinde, bazen de, dörtnala şaha kalkmış bir atın üzerinde, yemyeşil bir ovadan geçer gibi hissediyordum.
Belimin tam ortasında başlayıp iliklerimden geçen bir elektrik, ince bir sızı ile beraber, düzenli periyotlarla kesintisiz gidip geliyordu içimde, ta ki tırnaklarımın uçlarına kadar.
_19 yaşımdaki gençliğimin de verdiği bitmek tükenmek bilmeyen arzularımın beni çıkardığı, tadılmamış aşkların bilmediğim yolculuklarındaki, yeni keşiflerimden bir tanesinin tam ortasındaydım. Çenemin havalandığını, tüm vücudumun bir köprü gibi kasılıp gevşediğini, erik yaprakları arasından yığınlarca yıldızın, gözlerimden, kendimden geçmiş beynimin sarhoş kimliğine gülümsemeler yağdırdığını, tam o anda fark etmiştim. Aniden gözlerimi yıldızlardan kopartır gibi aldım ve aşkımın yüzüne çevirdim. Onu tüm vücudumda istiyordum artık. Ellerimi kollarının altından küreklerine uzattım ve işte tam o anda geçti tüm tırnaklarım aşkımın sırtına. Hepten sırf bal olmuştum, sırf aşk olmuştuk ikimizde. Bir tanemin, nergisliğim dediği göğüslerime düştüğünde, sırılsıklam aşka boyanmıştık ikimizde. Ellerini bulduğunda ellerim, parmaklarını sıkıca geçirdim parmaklarımın arasına, ilikler gibi. Usulca duyulan yaprak hışırtıları, erik çilpintilerinin ince sesi ve toprağın kokusu, iyice karışmıştı sanki bize, tenimize ta içimize kadar. Aşkımın güçsüz, boğuk bir ses tonuyla, aşkım!, bir tanem!, Feride’m! sözleri ve bakkal Necip Bey’in arkadaşıyla, bizi hiçte rahatsız etmeyen sohbetindeki sesi, kulağıma, serin bir rüzgârın nameleri arasında geliyor gibiydi.
_Eski muhtarlardan biri olan Gâvur Şapkalı Hacı, Bakkal Necip Beye, sanırım sohbetlerinin başında bir tabanca getirip vermişti. Bakkal Necip; silahın temiz olup olmadığını soruyor, oda ‘‘yok yok hiç tasalanma sen, Kilis’teki dostlarım bana yanlış yapmaz ’’diyor, hem bu en iyisinden, 14’lü T-1 serisinden bir silah, balıklı-sinekli gibi anlamadığım ilginç tanımlamalar yapıyordu. Hocam! yarın ırmağın kenarına birlikte gider deneriz, sende görürsün diyordu Gâvur Şapkalı Hacı. Bakkal Necip Bey, para çekmecesine koyduğu silahı belirterek, Ya Hacı! Ben silahları pek sevmem de işte ayrıldığım eşimin bir deli kardeşi var, sağda-solda, ileri-geri tehditli konuşuyormuş, ne olur ne olmaz diye aldım işte. Yoksa her kes bilir beni, ben sevgiden, paylaşmadan yana bir insanım. Gerçi sevgi de, paylaşma da artık giderek toplumumuzun geleneksel davranışları olmaktan çıkıyor. Oysaki bu, tüm insanlarımızın bir arada mutlu şekilde yaşamasını sağlayan en önemli dengeleyicisi, yapıştırıcısı konumundaki bir işlevsel kültürümüzdür.
_Bu ilginç sohbete bir tanem Feridun da kulak kabartmıştı benim gibi. Bu esnada ben ona dikkatlice baktığımda, oda bana dikkatlice gözlerini ayırırcasına baktı. Bende ona kısık sesle nee! Dedim. Oda bana nee! Dedi. Bakkalın önünden gelen çay şıngırtısını kast ederek, baş işaretimle birlikte, ‘’hadi şuradan iki çay kap gel de mis gibi içelim!’’ dedim. Gülümseyerek ne demek istediğimi anlamış, gülümseyerek başını olmaz anlamında geriye doğru sallamıştı.
_Saat gecenin 1’i gibi olmuş, giyinmiş, aşkımla evlerimize doğru gitmeye hazırlanıyorduk ki, bakkalın önüne doğru, tekerlek lastiğinin küçük taşları sıkıştırarak çıkardığı seslerle, bir arabanın geldiğini anladım. Arabanın lastiğinden çıkan seslerin kesilmesinin hemen ardından, yüksek sesli bir küfürle beraber iki el silah sesi geldi. Bu esnada biz bakkalın yanımızdaki arka penceresinden, gayrı ihtiyari, bakkalın biri kapalı çift kanatlı kapısına gizlenir gibi bakıyorduk.
_Gördüklerimden en son hatırladığım, Bakkal Necip Beyin, kapıya çarparak kendisini, loş bir mum ışığının yandığı dükkânının içine attığıdır. İşte tam o anda bakkalın ölmediğini anlayan eski kayını, tekrar ateşe başlamıştı ki ben alnımdan vurulup, göğsüne dayandığım sevgilimin ayaklarının dibine öylece yığılmışım. Sonradan öğrendiğim kadarıyla, sevgilim, hemen bana doğru eğilmiş ve alnımın, yüzümün kıpkırmızı kan olduğunu görmesiyle, kesin öldüğümü düşünmüş ve sadece bana Feride! Feride! Diye seslenebilmiş. Benim ölmüş olduğum fikrinin şoku ile beni vurduğunu düşündüğü adam gelmiş aklına. Hızla kırk metre kadar ilerdeki evlerine koşarak gitmiş, babasının tabancası ile yine hızla dükkânın önüne doğru koşmuş. Bu esnada karşılıklı çatışma devam ediyor ve silah sesleri gecenin karanlığını yırtarcasına bütün kasabaya yayılıyormuş. Feridun, bakkalın yirmi metre kadar önündeki, arabayı siper almış bir vaziyette, bakkalın kapısına doğru ateş eden, yan tarafı kendine dönük adamı görünce, hiç tereddütsüz, ‘’Feride’mi vuran alçak adam bu’’ demiş kendi kendine. Daha o saniyeden itibaren Feridun, adamın üstüne doğru koşarak, adama açıktan ateş etmeye başlamış. Feridun, adamın yanına vardığında, adamın, yol kenarındaki sokağı aydınlatan direğin lambasından gelen ışığın altında, kanlar içindeki cesedini görmüş. Hemen arkasından bana gelmek için, bakkalın hemen yanındaki bahçeye açılan tahtadan yapılmış eğreti kapıya doğru yöneldiğinde, karnından vurulmuş olduğunu fark etmiş Feridun. Yine de vurulmuş olduğuna aldırış etmeksizin benim yanıma gelmiş, beni kucağına alıp bakkalın önüne çıkmış. Bu esnada tüm kasabalılar bakkalın önünde birikmiş durumdaymış.
—Feridun’un, yaşadığı şokla kilitlenen beyninin bilinçaltından gelen bu davranışındaki hareketlerinin sebebini, şimdi çok daha iyi anlıyordum. O zaman ise O’nu, böylesine çıldırtan olaydan, bana ne kadar çok ve derinden bağlı olduğunu sadece duygularımla hissedebilmiştim.
__Ben, bir hafta kadar sonra hastaneden taburcu edilmiş ve evimize gelmiştim.
Sevgilim Feridun’sa üç hafta kadar hastanede yattıktan sonra, hapishaneye götürülmüştü. O da, aynı olayda ayağından ve kasığından yaralanmış olan Bakkal Necip Beyle birlikte, ruhsatsız tabanca kullanmaktan 5 ay kadar hapis yattıktan sonra, çıkarıldığı 5. mahkemede, tam teşekküllü nefsi müdafaa nedeniyle serbest bırakıldılar. Tabi bu esnada, mahkeme sürecinde, Feridun’la yaşadığım aşkta yeterince meşruluk kazanmıştı.
____________BİTTİ___________